Saat geç olmuştu, yorgundu gözlerimin altındaki kırışıklıklar. Kan pıhtısı yerleşmiş.
Uyku öncesi hafif sanrılar. Duvarlarda gezinen şarap yudumları. Sarhoştum. Duvarlar birbirine çarpıyor ve eziliyordum.
Sırt üstü yatmıştım yatağıma. Yorgan üstümden akıp gidiyor. İliklerime kadar işliyor gecenin soğukluğu. Ve uyumuştum sonunda.
-1.Rüya-
yapayalnızdım... Uyuya kaldığım yerde uyandım. Ama çöl. Sımsıcak rüzgarların altında güneşi tenimde hissediyordum. Serap görmek değil, sanki her yer serap. Ne bir insan, ne bir duvar ve de kuş cıvıltısı.. Bildiğiniz çöl... Hz. Hüseyinin bitap düştüğü o çöllerden.. Yahut Mecnun' un aşarken yorulduğu... Yahut Eyüp Peygamber in ilk İstanbul seferinde yol aldığı.. Filmlerdeki çöllerden işte...aynı tablo.
Sırt çantamda yok üstelik... Kuru bir gömlek var üstümde.. Terden sırılsıklam olmuş bedenime öyle bir yapışıyor ki. Su zaten yok!
Yürüdükçe açılıyor dizlerim. Rabbim güç üstüne güç veriyor sanki.
Bir tepe var ilerde...Mesafe 20 adım kadar... Ama bir adımda varıyorum sanki. Garip.
Tepenin başında bir adam. Sakalı beyaz değil, abim yaşlarında.. Elinde bir kalem ve dizinde ucu yanık beyaz bir sayfa... Sol tarafı işaret ediyor elindeki kalemle. Bakıyorum.. ve baktıkça bana doğru yaklaşan bir kuyu!
Öyle susamışım ki... Çıkmak namümkün olsada kalırım ben o kuyuda..
Birden atladım kuyuya.. Ama atlamak değil düşmekti sanki...
Serbest Düşüş..
- "serbest dönüş bu tutsak ölüşlerin-iz içinde şimdi we sonra ân'da we rüyânızda anlayacaksınız ki sen/siz! yan yatmış sekiz yollarındadır çileli yürüyüş utanmayın sıkılmayın darılmayın /Secde-i tilâvet../ ondan gel-din/iz onadır dönüş..."
demişti yusuf yalnızlığım...
Kuyu daralıyor... Sıkışıyorum.. Rabbim bana güç ver... İki büklüm kalakalıyorum... Yine susuzum.. Rabbim bana bir yudum su ver...
Aminxamin.
Dualarım inceden yankılanıyordu kuyudan...Ve birden kuyunun başında insan sureti... Ya da suretinin sureti..
O kadar derinliğe insan eli nasıl uzansın? Tutup yakamdan çekiyor beni aydınlığa doğru.. yine güneş!
- "yolda aşağıya düşüş, hakikatte yükselmekmiş.. "
demişti dost nefesim..!
baygınlık geçirmiştim.. Uyandığımda meryemin kollarındaydım.
Unutuvermiştim herşeyi. Ne kuyu, ne güneş, ne de suret...-ler..
Meryem vardı o an! herşeye muktedir olan. Tutulmuştum... gözlerim kıpırdıyor sadece... İçim yanıyordu...yüreğime güneş kondurmuştu titrek elleriyle bu nehir yüzlü...!
- "düşmek Kabilin gözlerinden; gelmezdi belki ateş suretindeki o kuş!"
anladınız...
O kadının gözlerinde hummalı Ankâlar saklanıyordu...
Ölümüne tav olmuştum
ya da ölümüne...
Birden karardı pencereler. Meryemin kolları arasında değilim artık. Bileklerimde prangalar... Duvara zincirli, kan kokan bir zindandı burası.
Demir parmaklıkları yok... Dört duvar... Ben buraya nasıl geldim?
Ben buraya nasıl düştüm?
Küçük bir pencere... İğne deliği...
Nemrutun sonu olan sinek, belki burdan girdi!!!!
Susuzdum. Rabbim kelimelerimin ucunda pelteklediğim yerde!
Bana sonsuz güç ver! -ki anlayayım hakikatı...
rüya bitti.
Uyandığım gibi suya sarıldım. Ağzımı musluğa dayadım. Su içime bir yağ gibi akıyordu... Kafam bir dünya! Bir bardak su aldım... Ve yine döşeğimdeydim.. Sanrılar görmeden daldım uykuya...
-2. ve son rüya-
yine zindandaydım... uyandığım, uyuduğum ve susadığım o yerde..
birden aklıma sevdiğim kadınlar geldi. Ağladım.. Elbet vuracaktı beni yüreğimin en derininden, o bedduaları! Ağladıkça kanadım...
Ben kendimi, aşk var olana dek çocuk zannederdim!
Gözlerim kan toplamış... Rabbim bana da bahşet bir yusuf gömleği!!!
Musallada olsam bu kadar düşünmezdim...sorgulamazdım.. âşkı..
- "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular..."
- /Düşürdün beni İnsani şeytanlarin orta yerine....
Melek verdin bana en güzelinden ben doğarken....
Bir Melek daha verdin en güzelinden ben aşık olurken....
Düşürdün beni hayatin şah damarina en ince yerine...
Güzeli çirkini gördüm... İyiyi sevdim kötüyü kınadım...
Ben düştüm ama nasıl düştüm... /
Yine uyandım... Sabah olmuştu belkide öğlen... Ezan sesi deliyordu kulağımı..Dinledikçe açıldım... Bardak suyumu içtim... Kutsal Kâse gibi geldi... İnsan içine çıkacak takati, o gücü bulamıyordum kendimde...
Hani Rabbim bana sonsuz güç vermişti...
Ayak sesleri yankılanıyor Asma sokaktan...
gideceğim ilk yer olmalı SULTANAHMET' te ezan sesi..
Sonra bakarım bir hal çaresine...
Aşksa aşk....
Sevgiyse sevgi..
Kadınsa kadın..
Ama bu sefer beni düşümde yakan olmasın!
ve Feraye!
Saçlarına toka niyetine taktığı sözleri, rüzgar esince nasılda çarpıyor yüzüme.
Koşsam peşinden yine düşerim diye korkuyorum ...
Konuşsam desem.. O cesareti bana verir mi ki?
Geniş omuzlu büyük turist! Bana bir bakar mısın?
Beni, ben anlatmadan anla lütfen..
Adınız Feraye mi? Değil mi? Olsun Feraye gibisiniz... Sesiniz,kelimeniz,duruşunuz aynı o...
...
Şimdi Dilimde Feray-î bir ıslık... Ona benziyor.. Kaşı,gözü, yürüşüyü aynı o... Gölgesi hafif cılız.. ama o.. Birde saçından rüzgar estimi... İşte o Feraye.."