rss
twitter

14 Aralık 2009 Pazartesi

Sevda Manifestosu


morigante: Âşık olma, bağlanma, durmadan düşünme, aklından çıkaramama, sadakat, belki de hüzün, tut ki gecedir uykusuz geçen hepsi birdir.. adı "sevda" dır. çekenin adı yoktur.. çektirenin adı bir başka..
Aslında anlamı vardır, anlatan biri vardır anlatır yaşadıklarını, düşünmelerini ve düş-melerini, med-cezir hallerini, ikilemlerini, karışıklığını, sapmalarını ve hesaplamalarını ,kıskanmalarını.. Kısacası anlatır sana Âşık olma hallerini... Sevdanın "şed-" halini..
O içinde tüm halleri bulundurur. Ask, olmak ya da olmamak hallerinin birleşimidir...
Beraberlikte vardır, ama "ayrılık" onu da beraberinde taşır, mutlulukta verir, verdiği kadar acıda verir; özlemek vardır ve uzaklaşmakta…
"Ayrılık da aska dâhildir", tıpkı ölümün yasama dâhil olduğu gibi.
Her yeni yelken açış, kendi denizinde batışını da verir. Her yeni doğan sabah, kendi içinde karanlığı taşıdığı gibi...
Hayat bu halleri tanıyanları nasıl da bir araya getirmiştir, nasıl bitiştirmiştir, nasılda kırmıştır ayna içinde, kim bilir, kimse bilmez, anlayamaz… —anlayan zaten söylemez...


H.Kalyoncu: Söyle(ye)mez… Sabah olur kıyamet-in başlar ki hep mahşerini biriktirir aşk sırat köprülerinde… Sevdanın en çok –sev hâlidir, hayali meskûn, (ha)kan/dili suskun hâlsizlikler diyarında, hem bugün hem yârin, yârin sevme ihtimaline tutunma ihtimalleri içinde ahvalsiz bırakan…
Her yeni yelken açış, doğru yeli bulma umududur biraz da… Bile isteye… Ters yellerle batmakta dâhil ve boğulmakta Sevda denizlerinde ve/ya usul usul, pırıl pırıl erişilmez bir dinginlikle süzülmek sevdanın türkuaz sularında…

ah!

Her âşık kahraman olmalıdır ve tutsaklığını bir madalya gibi yüreği üzerinde ışıtmalıdır… Ne çok yakışır yaralı yol almalara gerçek aşklar ve ne çok yakışır gecenin karanlığına yıldızlar…



morigante: Gün biter, umutlar körelir,
Yeniden Umutlanır insan.Gece oluverir birden..
Sevdalar eskir, ıslanmış bir duvar gibi zamanla yıkılır.. dibine gölgesini bırakır..
Yeni naralarını atar sevda. Sokak kabadayıları gibi...

Tamamlanmamış masalların yarım kalmış cümlelerinde saklıyorum kendimi.. Ne noktalıyorum, ne de ünlemleniyorum.. Bir tarafım kırık, bir tarafım zaten harabe.. Bir yıldızdım kendi içimde kayboldum... Ne denizin asıl rengi yeşil, ne de gökyüzü mavi olan rengini gösteriyor artık.

Ya ben çok geç kalıyorum, ya da geç kalmalarım erken yansıyor aynalarıma. Bu sensiz miyim yoksa yalnız mıyım bilmiyorum. Bazı şeyleri insan bilemiyor, çözemiyor artık.

Bunlar olacak değil mi?



H. Kalyoncu: hep olmuştur… Mecnun çölde seraplar içinde Leyla’sını ararken , Ferhat dağa vurduğu her kazma darbesinde Şirin’in sesine bir nefes daha yaklaşırken, Kerem Aslı’ya kül olurken, Romeo Jülyet’e gül verirken..hep olmuştur.

Aşk acıdır. Acıtır. Veysel’in sözüdür : “seversin kavuşamazsın aşk olur.” ne tuhaf; kara sevda. Sevda neden hep kararınca kalıyor akılda?..
Mesafeler rüzgârın ateşe har vermesi gibi sevdaya da can veriyor. Peki, neden bir süre sonra aynı rüzgâra rağmen ateşin ışığı azalabiliyor?
Muamma…



morigante:Muamma, bu yüzden Sevda Manifestosu... Dile geldi iki titrek kalemden.. Işık sönük mum alevinde yalnız kalan ateş.. Dibine ışık vermeden sönmesini de gösteriyor. Biz o gölgelerin içinde asıl olanını seçtik suretimizin...

Söz benden çıktı...

"Sevdanın Halleridir. Hadi Kaldır Sende Elini..Tut Kadehini.."



H.Kalyoncu: Aşk çamura şekil verir gibi şekillendiriyor bizi. Ama kalıplaşmış şekiller istemiyoruz artık.Sevda bağımsız olmalı,Sevda kendi hür toprağında akmalı..acıtsa da kendi farkıyla yaşanmalı!..bu yüzden Sevda Manifestosu…Dile geldi iki erkek kalemden…mum eriyor ışığını aşığına yetiştirme çabasıyla..tabii aşığı gitmediyse parlak bir ampulün peşi sıra!

Modern zaman ikarusları olmalı diyorum(z) Sevdalılar,bal mumu kanatları erise bile uçmalı,uçmaya çalışmalı güneşine…ışığına…aşığına…aynalarda kırılan yansımalardan yoruldu bu satırların sahipleri.. Hep ışığa hayat veren gölge olmaktan, kendilerini karanlıklara saklamaktan!

Evet..bu yüzden Gölgesidir suretin asıl olan
Bu yüzden sevda manifestosu…
Bu yüzden kan-dil olmak lâl-mim çığlıklarda.
Söz bende bitti…

30 Kasım 2009 Pazartesi

Pinokyo Bisiklet


"babam o eski pinokyo bisikleti verince
yok ben ölmem diyordum..."

dizdiğim boncuklar geliyor simdi geliyor aklıma..
tekerlerinin miline taktığım parlayan yıldızlar.
neden bunun adı pinokyo, neden gövdesi boş..?
üzerinden hiç düşmediğim zamanlar geliyor aklıma..

öyle böyle değil bayağı bir küçüktüm..
aslında yaşımı hatırlamıyorum ama
bisikletin boyu kadar vardı boyum...
ne kadar canım varsa öyle atardım ortaya..

"baba" diyordum..
"neden bu vitesli değil..."
ilk düşüşümde anladım.. iyi ki de değilmiş..
her sabah iştimaya kalkar gibi uyanırdım..
bisikletimi aşşağıya indirir ardından balkona oturur izlerdi..
iki bilemedim üç araba geçtimi sokaktan
yukarıya çağırdığını hatırlıyorum..

ha bide..
benden iki yaş büyük abimde var..
aslında dörtlemiş olsakta..
ben en çok onunla yakındım..
tek bir pinokyonun iki sahibi vardı.
az kavga etmiyorduk..
o yüzden ben sabahları..
o akşamları binerdi.. babamın adaleti.

büyük kardeslerimizde kullanmıştı onu..
"oğlum siz daha ortada yokken biz biniyorduk buna.."
ondan bu vitesli değilmiş..
o zamanlar en baba bisikletmiş bu pinokyolar.
yani anladığım baba yadigarıymış...

şimdi nerden geldi bunlar aklıma..
neden pinokyo..?
ilk o aklıma geldi çünkü..
üç tekerlekli pinokyo..
daha başka hatırladığım çok şey var..
yine babamın sakladığı bilyeler.. topaçlar..
bir ara uçurtmada yapmıştık, apartmanın damında
bir de unutmadığım he*man kılıcı...
daha çok şey..

buna yaşamak diyorum..
hep iyi hatırlayacağım, aklımda bir bunlar duracak
diyorum ya..
tam bir sene oldu bugün..
buna alışmak diyorum şimdi..

dualarım ve hatırladıklarımla...
...
amin kere amin.


...babam'a.

27 Kasım 2009 Cuma

bir ah çeksem.. duyacaksın!


yağmurların yağmaya üşendiği,
avuç avuç su bırakıyorum yüreğine
yitirdiğim umutları ekiyorum
toprağına, tek bir filizin bile yeşermediği

birşeyler dileyerek yüzüyor olsam içinde
ya da bağrı açık geziyor olsam fikrinde..
bilirim o zaman yağmur yağar...
bilirim işte o an ziyan olur ekinlerim...

habersizce geziyorum oysa bahçelerinde
nefes almadan koşuyorum caddelerinde..
bir ah çeksem..duyacaksın! ödüm kopacak..
bilirim o zaman istemezsin beni hiç bir yerinde..

25 Kasım 2009 Çarşamba

bu şehirde aşıklar gece yaralanır..


Fidanını arayan kırmızı toprağım bugünlerde
yağmuru akmayan coğrafyanda..
dağlarına tepelerine sövdüğüm,
sürüsüne kurtu emanet etmiş çobanım..
yüzüne cisimler uydurduğum vakitlerde
ne yıldız kalır ortalıkta ne dağ..ne tepe..
boşluğa bakar gibi öyle bakıyorum yüzüne
ah! öyle kanıyorum..

gözlerine şimşek diyordum
nasılda çarpıyordu yüzüme..
sözlerine 'ilmek' diyordum..
nasılda sarıyordum boynuma..
bileklerime taktığım nefesinle yürür,
postallarıma sardığım prangalarla çürürdüm.
yolun sonu diyordum,
uzaktan cennet saçlarını görünce...
ah! öyle yanıyorum..


"bir bardak sıcak çayına tav oldumda
şeker niyetine karıştım suyuna, toprağına... "

.....

16 Kasım 2009 Pazartesi

Gülüşümün Adı Yeşil..

gülüşümün adı yeşil...

sen bana bir dayanak noktası göster..
bak nasılda oynatıyorum dünyayı yerinden...
gör bak cenneti cehennemi nasılda birbirine katıyorum..
sen bana gülüşümün rengini çizdir...
yerine selviler ekerim cennet bahçelerine...

yüreğinde cumhuriyet kuracağım bir oda ver bana.
ya da isyanlarımı bastıracak ordular gönder..
bana renklerin en güzelinden.. yeşilinden mısralar söylet..
bak o zaman nasılda değişir gülüşümün rengi..

yağmurlar yağdıracağım dualar öğret bana..
kendimi bulacağım tanrılara gönder beni..
bana şarkıların en yeşilinden ezgiler söylet...
o zaman kapanırım, bir secdeye bir de dizlerine.

30 Eylül 2009 Çarşamba

Dalyanlarından tuz çektiğim kentim bu akşam


yüreğim beyrut bu akşam
bombalar altında hüznümün iskelesi
perdeleri açık bir gitar solosuyum yağmalanmış yerlerimle
sarmaşık aşklarının yanan yaprakları altında....
.
yüreğim haditha,yüreğim filistin
yüreğim yangın yeri bu akşam
ne salkımlı bir kedersin ah bilsen
bir sen bir sen
bir
bilsen..

-Agop Dayı?
-ciğerim?
-nerde bu carpe diem nerde bu momento mori?
-....

dalyanlarından tuz çektiğim kentim bu akşam
İstiklal boyunca uzanıyorum saçlarına
gözlerin bir nehir
boğulduğum
gözlerin bir şehir
yorulduğum

(Hakan Kalyoncu)

Yüzümde bir mum alevi


sen söyle bari gözleri yeşilden emanet çocuk
sel olsak aksak cana
kurutmaz mı bizi bu kerbela güneşi?..
bak sokaklarım çıkmaz olmuş kendi kentimde
tabelasız bütün bulvarlar,evlerin ışıkları sönmüş
yüzümde bir kaybolmayan varoluş hali
yüzümde bir mum alevi
yüzüme yüzler uydurdum yüzdüğüm hüzünlerde

desen ki ne kadar
desen ki sokağın tavanı kadar
desem ki nerde eylül nerde o papatyalar
içimde bir dur bilmeyen savruluş hali
içimde bir keder rengi
içime içler uydurdum içtiğim içkilerde


bak sokaklarım
bak çıkmaz
bak bana ,bak sana ,bak bize neler olmuş
bak herkes kentine tükürür olmuş
her mezar yolcuya hane olmuş...
kadim deliliğimin ahulu buğusunda
kentimin dolmuşlarında unuttum kendimi
ah o söğüt ağacı
ah bu hamaksızlığım siesta bilmeyen ölme vakitlerimde
eylül olacaktı gelişimin adı oysa
martılara atacaktık simitlerimizi
hani yaşıyoruz çok şükür der gibi
hani vira bismillah saros'a süzülür gibi
hani istiklal'den tünel'e dökülür gibi..

(Orjinal halidir.. yazı Hakan Kalyoncu' ya aittir. Başkaları tarafından kopyalanmış ve sahiplenilmiştir. 2007 yılından bu yana yazdıklarını hep birileri kendi üzerine geçirmiş gibi yazmaktadır.. Bu yazısı da benim bir yazıma karşılık cevaben yazılmıştır.. )

23 Temmuz 2009 Perşembe

Yarim ellerine sarmış jilet kokusu...




haziranda unuttum
haziranda geldiğimi..
en son ne zaman geldin diye sormuştu..
soruyu unuttum.. astı suratını..
ellerinde titreyen rüzgarlar vardı..
saçlarından kayan yıldız tanecikleri..
en son ne zaman sevdin diye sormuştu...
nerde olduğumu unuttum.. kirpikleri sulandı.
gözüm eteğine dalmış, sevişir gibi bakıyordum..
kırmızı açık tonda, yüzüme yüzünü çalar gibi..
hayırdır yine nereye daldın diye sormuştu..
ben onun gözlerinde nasıl kaybolduğumu unuttum.

yarim ellerine sarmış
jilet kokusunu,
benimse başım dönüyor epeydir,
en son ne zaman deniz tuttu diye sormuştu..
bense aklımda tuttuklarımı unuttum..
birden kan kırmızı parladı her yer..
etekleri koyulaştı...
beni kan tutar dedim yapma...
beni de yar tutar dedi yakma...
bilekleri kan sözleri ateş..
benzin gibi yandık..
en son ne zaman yandın diye sormuştu..
bundan sonrasını asla unutmam dedim..
yarim ellerine sarmış jilet kokusu..
benimse içimde ayrılık korkusu..

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Yalnızlık Sözleri -III-


beklerken kapı önünde..
aldırmadan gömleğimi ıslatan yağmura...
sormak istedim.

«Gözlerime düşmeyen damlaların, kimin saçlarında?»

yağmur yağıyor çünkü tozunu siliyor hayatın, üstümüzden!
Çünkü biz biraz umutsuzduk...
Çünkü biz biraz çocuktuk...
Hala biraz çocuğuz...
Hep biraz biraz...

O kadar şiddettliydi ki yağmur,
kâğıttan gemilerimi suya batırdı!

yalnızdık çünkü..
Sarılacak iki kolumuz olmadı...
Başımızı koyduğumuz bir omuz,
ya da dost nefesini saklayacak bir heybe!
Kimsesizdik..Sessizdik..
.yalnızlığı içine çeken tiryakiydik hep..

Biz; o başkent kalabalığında sakindik.. yalnızdık..
Biz; o tıklım tıklım kalabalıklar içinde yalnızdık!!!

Hayata Dair


bir çocuk doğar...
afrikadan el sallayan güneş
bir çocuk doğar..
antartikada ölen çocuğa eş..
sıcaktan ve soğuktan..
sembolik cennet ve cehennemin
çocuklarıda olsan...
hayat... ölüme eş...

27 Haziran 2009 Cumartesi

Yalnızlık Sözleri -II-


Bugün, bir başka sessiz sanki şehir...

Göğsüme vuran sesler mi çok yalnız?
Yoksa bu hırgür hangi sıkışık trafiğin esintisi!

Kendime yürüyen ayak seslerim var içimde,
Duyulması zor,
Sana adadım bu yalnızlığı,
Senin olsun sessiz tenhalığın çoşkusu.
Hırpaladığım aşklarımın arkaik tortusu..
Senin olsun... Senin olsun!

Bütün yokluklar varlığına dair.
Varlığını laftan sayma, hiç yanımda olmadı ki konuşsun!

Anla yada anlama.. Bana göre hava hoş
Sever geçerim...
Çizik atarım belkide öylece gerçeklerin üzerine
Söver geçerim...
Susturdum kendimi, yalnızlığım konuştu!
İki elim kanda olsa gelmem..
Çeker giderim...

Sesin beni hiç bilmediğim yollara savurdu..
Düz gittim, yoruldum
Eğri gittim, kayboldun..
Savruldum haklı/haksız savaşının içinde..

'Ah! içime akan yüreğim sus..
Başka dili konuşan dillere entari gibi giydirilmeseydi 'yalnızlık'
Belki o zaman sizin gibi giyinebilirdim!
ve,
sakız olup çiğnenmektense ağızlarda...
çiğnenmek isterim kalabalık taşıyan ayaklarda!

benimse avuçlarımda yapışan kumlar
dudağımda çatlamış bir öpücüğün tadı..
sırtımda ise taşıyamadığım Yusuf yalnızlığım..
bu kuyu bana dar.. bu kuyu bana hâr..

hediyesi olurdu bana bu yalnızlığın,
sadece bir an bile olsun aklında kalmışlığım..!

25 Haziran 2009 Perşembe

Yalnızlık Sözleri -I-


Yalnızlık;
kana dediği zaman, küskün kalır yarabandına...
ve inceden bir kıyamet kopartır alyuvarlarında...
ezan sesini beklerken ruhun,
yalnızlık bir küfür gibi yankılanır damarlarında.
Kanatlarında çırpınırken Hazar, azar azar...
tutar elinden hiç yüzme bilmesen bile,
eskimiş sevdaların gelir birden yüreğinin tam ucuna..
dudağına bal diye bir parmak Sevdalinka çalar...
sen hiç ateş böceği görmesen bile.

..

Haiti' den Tahiti ye göz kırpar bileklerin
jilet kokusu sarmalanır dört bir ucunda..
olsada bir nefes çeksek dersin Nazım' ın satırından
ya da olsada içsek dersin Cansever' in bardağından..
yalnızlık;
sana bir kere değdiği zaman,
öldürsende sökemezsin kendini, al yanağından..

..
-deme...
yalnız kalırsın!

17 Haziran 2009 Çarşamba

Sudaki Martı, Havadaki Balık...



önce ayrılık sonra aşk..
bir istanbul sabahı.. güneş.. deniz ve vapur..

martı balığı görür yine...


- sen hiç yüzmez misin?
+ yüzen benim.. deniz durgun.. ya sen hiç uçmaz mısın?
- uçan benim... dünya yorgun..
+ bana uçmayı öğretir misin?
- önce yüzme bilmen gerek..
+ o zaman yüzmeyi öğret..
- o zaman da benim yüzebilmem gerek...
+ peki ne zaman beraber olacağız?
- zaten beraber değil miyiz?
+ sen hava da ben suda.. imkansız..
- aramızda hava da var su da... başka türlü nasıl olur?
+ en iyisi suya sen gel.. ikimize yetecek kadar koca bir yürek var burda...

martı o anda balığa aşık olur.. imkansız olanı sever ve suya düşer.. balık çığlık çığlığa.. martı ölmüştür.. buna dayanamayan balıksa uçmayı dener....

önce ayrılık...
ve sonra aşk..!

16 Haziran 2009 Salı

Feraye

Saat geç olmuştu, yorgundu gözlerimin altındaki kırışıklıklar. Kan pıhtısı yerleşmiş.

Uyku öncesi hafif sanrılar. Duvarlarda gezinen şarap yudumları. Sarhoştum. Duvarlar birbirine çarpıyor ve eziliyordum.
Sırt üstü yatmıştım yatağıma. Yorgan üstümden akıp gidiyor. İliklerime kadar işliyor gecenin soğukluğu. Ve uyumuştum sonunda.

-1.Rüya-
yapayalnızdım... Uyuya kaldığım yerde uyandım. Ama çöl. Sımsıcak rüzgarların altında güneşi tenimde hissediyordum. Serap görmek değil, sanki her yer serap. Ne bir insan, ne bir duvar ve de kuş cıvıltısı.. Bildiğiniz çöl... Hz. Hüseyinin bitap düştüğü o çöllerden.. Yahut Mecnun' un aşarken yorulduğu... Yahut Eyüp Peygamber in ilk İstanbul seferinde yol aldığı.. Filmlerdeki çöllerden işte...aynı tablo.

Sırt çantamda yok üstelik... Kuru bir gömlek var üstümde.. Terden sırılsıklam olmuş bedenime öyle bir yapışıyor ki. Su zaten yok!
Yürüdükçe açılıyor dizlerim. Rabbim güç üstüne güç veriyor sanki.
Bir tepe var ilerde...Mesafe 20 adım kadar... Ama bir adımda varıyorum sanki. Garip.
Tepenin başında bir adam. Sakalı beyaz değil, abim yaşlarında.. Elinde bir kalem ve dizinde ucu yanık beyaz bir sayfa... Sol tarafı işaret ediyor elindeki kalemle. Bakıyorum.. ve baktıkça bana doğru yaklaşan bir kuyu!
Öyle susamışım ki... Çıkmak namümkün olsada kalırım ben o kuyuda..
Birden atladım kuyuya.. Ama atlamak değil düşmekti sanki...

Serbest Düşüş..

  • "serbest dönüş bu tutsak ölüşlerin-iz içinde şimdi we sonra ân'da we rüyânızda anlayacaksınız ki sen/siz! yan yatmış sekiz yollarındadır çileli yürüyüş utanmayın sıkılmayın darılmayın /Secde-i tilâvet../ ondan gel-din/iz onadır dönüş..."

demişti yusuf yalnızlığım...
Kuyu daralıyor... Sıkışıyorum.. Rabbim bana güç ver... İki büklüm kalakalıyorum... Yine susuzum.. Rabbim bana bir yudum su ver...
Aminxamin.
Dualarım inceden yankılanıyordu kuyudan...Ve birden kuyunun başında insan sureti... Ya da suretinin sureti..
O kadar derinliğe insan eli nasıl uzansın? Tutup yakamdan çekiyor beni aydınlığa doğru.. yine güneş!

  • "yolda aşağıya düşüş, hakikatte yükselmekmiş.. "

demişti dost nefesim..!

baygınlık geçirmiştim.. Uyandığımda meryemin kollarındaydım.
Unutuvermiştim herşeyi. Ne kuyu, ne güneş, ne de suret...-ler..
Meryem vardı o an! herşeye muktedir olan. Tutulmuştum... gözlerim kıpırdıyor sadece... İçim yanıyordu...yüreğime güneş kondurmuştu titrek elleriyle bu nehir yüzlü...!

  • "düşmek Kabilin gözlerinden; gelmezdi belki ateş suretindeki o kuş!"

anladınız...
O kadının gözlerinde hummalı Ankâlar saklanıyordu...

Ölümüne tav olmuştum
ya da ölümüne...

Birden karardı pencereler. Meryemin kolları arasında değilim artık. Bileklerimde prangalar... Duvara zincirli, kan kokan bir zindandı burası.
Demir parmaklıkları yok... Dört duvar... Ben buraya nasıl geldim?
Ben buraya nasıl düştüm?
Küçük bir pencere... İğne deliği...
Nemrutun sonu olan sinek, belki burdan girdi!!!!

Susuzdum. Rabbim kelimelerimin ucunda pelteklediğim yerde!
Bana sonsuz güç ver! -ki anlayayım hakikatı...

rüya bitti.

Uyandığım gibi suya sarıldım. Ağzımı musluğa dayadım. Su içime bir yağ gibi akıyordu... Kafam bir dünya! Bir bardak su aldım... Ve yine döşeğimdeydim.. Sanrılar görmeden daldım uykuya...

-2. ve son rüya-

yine zindandaydım... uyandığım, uyuduğum ve susadığım o yerde..
birden aklıma sevdiğim kadınlar geldi. Ağladım.. Elbet vuracaktı beni yüreğimin en derininden, o bedduaları! Ağladıkça kanadım...
Ben kendimi, aşk var olana dek çocuk zannederdim!
Gözlerim kan toplamış... Rabbim bana da bahşet bir yusuf gömleği!!!
Musallada olsam bu kadar düşünmezdim...sorgulamazdım.. âşkı..

  • "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular..."
  • /Düşürdün beni İnsani şeytanlarin orta yerine....

Melek verdin bana en güzelinden ben doğarken....

Bir Melek daha verdin en güzelinden ben aşık olurken....

Düşürdün beni hayatin şah damarina en ince yerine...

Güzeli çirkini gördüm... İyiyi sevdim kötüyü kınadım...

Ben düştüm ama nasıl düştüm... /

Yine uyandım... Sabah olmuştu belkide öğlen... Ezan sesi deliyordu kulağımı..Dinledikçe açıldım... Bardak suyumu içtim... Kutsal Kâse gibi geldi... İnsan içine çıkacak takati, o gücü bulamıyordum kendimde...
Hani Rabbim bana sonsuz güç vermişti...
Ayak sesleri yankılanıyor Asma sokaktan...
gideceğim ilk yer olmalı SULTANAHMET' te ezan sesi..

Sonra bakarım bir hal çaresine...
Aşksa aşk....
Sevgiyse sevgi..
Kadınsa kadın..
Ama bu sefer beni düşümde yakan olmasın!

ve Feraye!

  • "Dün önümden geçti ...

Saçlarına toka niyetine taktığı sözleri, rüzgar esince nasılda çarpıyor yüzüme.

Koşsam peşinden yine düşerim diye korkuyorum ...

Konuşsam desem.. O cesareti bana verir mi ki?

Geniş omuzlu büyük turist! Bana bir bakar mısın?

Beni, ben anlatmadan anla lütfen..

Adınız Feraye mi? Değil mi? Olsun Feraye gibisiniz... Sesiniz,kelimeniz,duruşunuz aynı o...

...

Şimdi Dilimde Feray-î bir ıslık... Ona benziyor.. Kaşı,gözü, yürüşüyü aynı o... Gölgesi hafif cılız.. ama o.. Birde saçından rüzgar estimi... İşte o Feraye.."

12 Haziran 2009 Cuma

Hiç/lik Üzerine


Hiç olmadığın kadar eski
Ve olduğun kadar yenisin bende..
Bahçemde açmaya çekinen tohumlar gibi..
Sen o bahçelerin, hiç suyu oldun mu?

Sen değilmiydin..
tepeden tırnağa kadar
üşümüş bedenime, kova kova
soğuk sular boşaltan...

soğuk duş gibidir hiçlik...
sen hiç -hiç- olmadın!

Aslında Sen Hiç OLMADIN!

Ama sen hiç;
hiç değilsin
bende!

/Bir Hiç Kadar Bile Olamadın!

  • O! Tekil olan ana hücre...

kapı içeriye mi açılıyor?
yoksa içine kapanıklığına mı?

Hiç -e!
Bütün bunlar hiçe..

Hiç bir yere.
Sonuna kadar daima kapalı...

İçinde gizledikleri için değidir kapı
...dışındakiler için de değil!

Kapı ikimiz için... O' nun için..
"O" olan Hiç için...

26 Mayıs 2009 Salı

Kalabalık var yine damarlarımda...



öyle kabalığa hasretim ki şimdi..
beşi bir yerde parmaklarımın uçları... eşim dediğim pencere önü papatyalar.. kardeşim desen dünyanın bir ucunda... sesim bildiğim kıblesini şaşıran akşamlarda aşktır.
ve,
Sesini kıble saydığım,
aşk; her yeni bir adımda ayağıma takılan değil miydi taş?

Onların yaraları varsa, bizim de saramadığımız ayrılıklarımız var bileklerimizde...
Ustura geçiremediğimiz sözlerimize, göz bilediğimiz közlerimiz var içimizde...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Önce Ayrılık Sonra Aşk...


Ben yeşile düşen bir bakışın kallavi rengi
sense maviye dönüşen şarkıların sesi
aramızda sadece iki kırık masa ve bekliyor bizi
bir şarap , bir ayrılık, bir de yalnızlığın ezgisi..

yollar, yolcunun avucuna düşer
klip tadında yürürken sen
demirden soğuk sokaklarında
şehrimin,
sesimin uğultusunda üşür yalnızlık.

yokluğunun tek bıraktığıdır artık sesin
bense 45lik şarkıların son notası
sen ciğerlerime çekilen sigaranın hali
ayakucumuzda bekliyor simdi bizi
bir resim , bir çocuk , bir de yetmiş iki ayın hatırası

27 Nisan 2009 Pazartesi

İÇ ÇEKİŞİN YANSIMASI OLUR AŞK

Giden gemilerin ardından, küçük bir kayıkla peşine düştüğüm gibi, onun gibi bir özlem yerleşmiş gözlerime; gözlerimde nergis kokusu, nergisin kokusunda ise araf sancısı.

Yağmurların ıslatmaya kıyamadığı saçların değiyor aklıma, ellerine krizantemler değmiş bahar sonraları biriktiriyorum. Evimin yolunu bulmak istemediğim hallerdeyim. Usulca bırakıyorum kendimi göğüslerine, beni piçliğe vurulmuş sevdalardan koru... Bakışların okşuyor avuçlarımı, usülsüz bir militan korkusu yerleşiyor içime bense kaçıyorum...

"Ben öldükten sonra yağsın yağmur hadi bana güneşi getir" diyorum dudağından dökülen şarkılara susarak
Habire gemiler yanaşıyor yamacıma ama ben, binip gittiğin gemiyi özlüyorum...

Bugün günlerden yüzün biliyorum. Yeşile dönen gözlerini anımsıyorum, yapraklar ve çimenler nasılda benziyor eteğindeki heyecana. Anımsadıkça seni, gözlerin gibi, selamın gibi, bana nasılsın dediğin gibi ya da oturup pencere kenarına ikimize demli çay koyman gibi..öyle özlüyorum ikimizi!

22 Nisan 2009 Çarşamba

Uzat Avuçlarını Yarana Sevdamı Süreyim



Sonu başından belli olan bir ilişki
ve avuçlarındaki kanı içen akşamlar
öyle mayhoş öyle esrik bu dünyanın eşiği
diline mühür vurduğum..
ah Zûleyha...
gülmeyen gözlerin hep mi mahcup...

* -dileklerimi sen tutarmısın?
-korkuyorum, benim hiç bir dileğim tutmaz..

bileklerine hediye verdiğim sevdalarım var benim..
gitarımı sesinle seviştirdiğim gecelerde, öykülerim var benim..
gamzende titreyen kuşların biriktiği..

yokluğunda gaz lambalarına muhtaç gecelerim...
hırkasız düşlerim ve üşüyen duvarlarım...
ki Yusuf..
gömleğine adını işlediğim...
uzat avuçlarını..
uzat bana doğru.. yarana sevdamı süreyim..!

* -bileklerimi sana doğru uzatsam.. keser misin?
-korkuyorum, hiç bir intiharım yerini bulmaz...

yolcu ise yarasıdır, piç edilmiş ömrün ...!

hüzün düştü soframın çorba kaşığına
ayrılıksa dediğin bayağı bir hüzün işte...
bağdaş kurup salıncaklarda salladım..

yolcu ise yarasıdır piç edilmiş ömrün ...!

yağmurun taarruzunda kirlenir toprak
"gerilmiş bir okun gözlerime nişan alması gibi..."
toprak susadıkça yağmur susar! /..sessizdir..

ah..yolcu...
keşke ben ölseydim
zindan da kuyular var
masalında bir çocuk...
yeşil gözlerini sana dikmiş...
aynı benim gibi..
aynı benim gibi aşkını arayan...
kendini masalında..

"The wrong lies, on the wrong vibes
The wrong questions with the wrong replies"

deniz aşırı yolculuklarda unutulur adımlarım
benim bu küfrüm, zamanın hiçliğinedir..
kaldırım taşlarında uyuyor çocukluğum..
kayıkların içinde geçmiş yoksulluğum..

yağmurun taarruzunda kirlenir toprak
"gerilmiş bir okun gözlerime nişan alması gibi..."
toprak susadıkça yağmur susar! /..sessizdir..

kılcalımdan atarıma üç saatte gidiliyor bu günlerde

Saklamazmısın heybende, kara toprak? derim,
yatacağım yer pek;
imdâdı O' ndan beklerim,
heyhât, yüksek.
Kovuldum kendi kendimden, zaman hırsız, mekân ıssız;
Ne katliamlarda bir yoldaş, ne zulmetlerde bir arkadaş
Cihet kalmadı, Sermedî sedleri var önünde yeldânın;
Düşer, hicrâna, kalkar, se'se değer serserî alnın!

Bu vîran-ı mihrab, yıllardır, su ' dan dûr, şiir 'den dûr;
Allah aşkına, yokmuydu hiç bir ferdâya benzer nûr?

Öyle işte;
benimse günlerim dağınık, çarşamba bildiğim cuma çıkıyor nedense,
bugünse perşembeymiş... ne illetmiş!
bu yılgın atmosfer sana bana cümle cihana yetmiş...
saatlerimiz ters, gecemiz gündüzümüz ters.. biz düz olsak ne yazar...

Böyle işte;
kalabalık var yine damarlarımda... tıkanık..
kılcalımdan atarıma üç saatte gidiliyor bu günlerde...
körpüden önce son çıkış!

* okuyupta anlayanlar ;
onlar ne güzel insanlardır..!

yarım kalmış arpejleri sızlıyor ellerimin...

Gözlerine tütün sarmalamış delikanlıydım o zamanlar
marifetti benim için, elinde tuttuğu sigara olmak..
anımsamaz mı güneş bile, saçları Ümit Yaşar şiirleri gibiydi
yazları uğrardı hep,
Nina' nın Meyhanesi' ne benzetirdim gözlerini
miyop gözleri kısık, anca o kadarını seçebildim.
ceplerinde çakmağı ararken, meğer körmüş...

Nina öleli zaten kırkbeş yıl geçmişti, gözleri nasıl görsün...

O' na Cennet Bahçeleri' nin hikayesini anlatmak isterdim,
pencereden baktığı zamanlar...
sesimi kemirirdi hep..
dönüp yüzümü Kâbe ye...
Lâ havle deyip ağlardım.. her vakit.

yarım kalmış arpejleri sızlıyor ellerimin...
gitarımın beş para etmez kalitesine hayıflanmıyorum..
kopmaya yemin etmiş telleri bile umurumda olmuyor..
varsın kopsun ihanet giymiş kıyamet..

Yazık oldu Mecnun' a
Leyla kimin umrunda...

unutulacak bu yazılanlar...
ne gitarımın telleri ne de gözlerim akla gelecek
bir sonraki yazları beklemeyeceğim...
adım gibi biliyorum... aklıma gelmeyecek.
bir Leylâ kalacak hatırda..
ve Ümit Yaşar şiirleri gibi saçları...

Sirkülasyon (±)

gönderilen ilk ayete inanmayan kavimler gibi...

ya herşey bildiklerimizin dışında gerçekleşmiş olsaydı...
ve biz, hep yanlışa inanmış olsaydık ne olurdu?

diyelim ki ;

serçelerle sevişiyor sapanlar gece vakti..gibi gibi..
deprem olmamış kaldırımlarda,ewren içine çökmemiş
İsayı çarmıha vurmamışlar Yahuda pişmanlıktan habersiz
Asturias' ın çıkışını vermek için yağmış o gece yağmur
kelebeklerin ömrüne bitme telaşı düşmemiş...

güzel olur muydu?

diyelim ki ;

Ahmet Usta hasretinden prangaları işlemiş İncesu'da
Nazım öylesine gitmiş Moskova' ya... Sürülmemiş.
Neruda ağzında piposuyla siyasete hiç girmemiş...
aksine söylenmemiş protest şarkılar... "bir veda havası" hiç olmamış...

olabilir miydi?

peki o zaman ;

Edip Cansever, Mendilimde kan sesleri derken Attila İlhan ölmemiş
jilet yiyen kız hiç olmamış satır aralarında.. Aysel hiç doğmamış...
hatta benim şiirim ulan bu dediğim 3. şahıs ben olmamışım.
failün failatün faül... hiç söylenmemiş nedense...

olabilir miydi?

şimdi her şeyi boşversem..,
kendi bildiklerimi çürütsem..
desem ki ben,
aslında hiç can olmadım sele...
ve hiç gelmedim ben İstanbul' a... İki kere hiç gelmedim..
hiç yürümedim Pange Altı' nda...
balık ekmek yemedim hiç Eminönünde..
yüreğimin şenliği, yalnızlıktan küf tutmuş avluma ışık veriyorken...

"martı balığa aşık olmadan...
balık suda yüzdüğüne inanabilirmiydi?"

sırat-î sûkut

sen cennet
ben cehennem...
ellerimiz sırat-î sûkut
ve,
sonumuz kıyamet..
ezanlar şâhadet
gözlerin de
belli belirsiz hıyanet...
sana bakınca,
dinden çıkası geliyor adamın...

ağlarsam eğer,
gözyaşlarım kaldırımlara düşerse ...
şehir; yer yarılır yerin dibine girer!
ve ben güne inat
göz kapaklarımda kıyametlerimle,
elim sende oyunlarından uyanırken her sabah
bu düzen, bu evren içine çöker!

tutsam ya;
yalnızlıktan pas tutmuş ellerinden..
dokununca uyuşturan...
hani arkamdan el sallayan gidişime...
işte o ellerine...
dokunsam..
tutsam..

gözlerime arpej sürse kuşlar
dudaklarıma ballar dökse arılar..
ellerim ellerindeyken...
sırtıma tıslar bıraksa yılanlar
yalancı bakışlarıyla...
beni kendimden alsalar..
yuhlayıp arkamdan yollasalar..
kendi kentimden...

ve yürüyemediğim coğrafyada kalır Pera kaldırımları..

Şimdi gidersen eğer;
adım kimsesize,
sokaklarım yalnızlığa çıkar
mektupların ulaşmazsa elime,
bu şehir tüm suçlarını
üzerime yıkar...

Şimdi gidersen eğer;
bahçemdeki zambaklara su vermez Nazım usta..
sokakta kavgalar durmaz...
eğer gidersen,
hiç bir şehir öldürmez insanı
bu şehir kadar...

sen şimdi gidersen..
durmaz yarabandıyla açtığın yaralar..
yalnızlığa sarılır yatar, endülüs akşamları..
ve yürüyemediğim coğrafya da kalır Pera kaldırımları..
yalnızlık fotoğrafları süsler şehrin duvarlarını..
üstüme kalır tüm faali mechul cinayetleri..
ben sensiz kalırım ama,
yalnız kırılırım..

üzüm şarabını tanımaz...
kutusu yakmaz kendi kibrit çöpünü,
yâr bildiğin hâr olmaz..
ewren karışır,
cehennemde odun...
cennette fenerler yanmaz.

şimdi
gideceksin ya;
tüm bildiklerim tersine çıkacak
düz dediğim yol engebeli,
coğrafyam darmadağan olacak..
tüm fiziki haritalarimda kuyular kazılacak...
şimdi gidersen...
bunların hepsi olacak...

benim iki noktalarımdan sonra..
tüm varsayımlarından, abartılarımdan sonra..
bunların hiç birisi olmayacak dedikten sonra..
Gittin..!

<> Le Meridien & La Madeleine <>

adının geçtiği her lafın iki arasında
ciğerlerim Tahiti bu akşam
iplik iplik yağmurlar altında
ceketim omzumdan düşük
enfarktüs sabahlarına aldanan şafaklarda....
sayıkladım ben seni işte böyle.

Isère' ye benzer gözlerin söyle suların nerden?
sordum mu bunu sana,
sordum mu daha önce?

bak ne kadarda soğuk demirden Eiffel
nefesinle huuh!layıp ısıt yanaklarımı
ne bir öpücük ister, başka ne de bir el...
işte öyle sakladım sana, soğuk alnımı.

gözlerim Le Meridien, gözlerim La Madeleine..
gözbebeklerim yanmaya istekli çıra bu akşam..
nasılda kördüğüm bir efkârsın...
bir bir dökülen
yine de sen
ah!
bir
sen..
bir bilsen!

camlarından buğuları çektiğim soğuk bir şehrim bu akşam
Boğaz köprüsü boyunca koşuyorum kollarında
sözlerin bir ilmik
gerildiğim
sözlerin bir kabir
serildiğim
nefes nefes
...........dağıldım!

beni yar güldürür
sadece yar öldürür
ağaçtan yaprak
kirpikten kan düşürür...

.........Pane è Galeti........

...dediler
buranın adına...

-Nasıl olur? /demeye kalmadan..

Kılcalından atarına uzanan
yarım dakikalık damar yolunun
En kestirme hali
Pane e Galeti.

Freud olsa yediremezdi bunu bana.
Bu bana bilincimin vurgunu
Adını bile koyamadığım şehrin oyunu..
Belki ordan.....
...........belki burdan..
Bulurdum nasıl olsa yolumu!!!

Nereye sapsam hep bir çıkmaz sokak!

Ellerini kelepçeleyip
Dilini sürgüleyip
Yüreğini zincirleyip
Göz altlarında tuttukları
Musibet yerin adı
.................Pane e Galeti......

Cadde-i Kebir' de olmak vardı şimdi
Kalabalığın içinden taarruza geçmek vardı..
Durup iki dakka soluklanmak vardı..
Agop dayının yanında hatunlara dalmak vardı..

Ama olmadı...
...olmadı!

Ne yöne baksam,
ya umutsuzluk,
................ya mutsuzluk!
hüzün çöker omuzlarıma..

"yaşamıyorsun aslında bir ölüsün
gerçekleri gördüğünü sanan körsün
hiç uyanmayacak olman ne kötü
sen Yezidiler ateşinde yanan közsün!

Gözümün önünde Haditha!
Avuçlarımda Titiaca..

Yerle bir ederim ben bu şehri..
Anam avradım olsun siler geçerim!!!

Güneş birden çekilir
Borçludur çünkü geceye
Hüküm yağmura verilir
ve Pangaltı dillenir!
/ -DEVİREMEZSİN!!!- /
Sen bu şehri titretemezsin....
.....
Bir depremlik koca bir şehir işte...
Altıüstü bir nefeslik...!

Önüne şimşekler serpilir
Mahkumdur artık ölmeye
İki büklüm serhâda çevrilir..
Bu şehir işte böyle devrilir...

Syracusa ::: Eureka, Eureka....

“Bana bir dayanak noktası gösterin dünyayı yerinden oynatayım”
-arşimet-

Ephesus' lu bir kadın... ¹
Ephesus ve Syracusa ticaret yüzünden bir birine iki düşman iki kent... Syracusa sokaklarında ise çırılçıplak dolaşan bir adam..
Syracusa² kaldırımlarını dolaştıran sözlerini söyler: Eureka, Eureka.... ³
Kadın kimliğini gizleyerek dolaşır Syracusa sokaklarında.. hiç bilmediği sokaklarda... Buldum..Buldum..diye bağıran adamı görür.. Keşke Syracusa' lı olsaydım der. Adam da sanki olmayan bir güç var gibiydi. Kadın onun tanrı olabileceğine inanmış gibi bakıyordu. şaşkındı.. Yasaktı aşık olması ama oldu.. Adamsa çok kıymetli biriydi Syracusa için.
Dahiydi.. Adam kadını hiç farketmemişti... Oysa kadının şaşkınlığı, adamın çıplaklığı değildi... cesaretiydi...

Adamı durdurduklarında, aklı o an başına gelmiş gibi af dileyerek üstüne giyecek birşeyler arar.. Birisi ona kahveringi bir pardesü uzatır.. Adam o an fark eder güzelliği.. Artık onun için, sokakta bağırarak koştuğu yani bulduğu şey değersizdi.. Adam tekrar çırılçıplak koşmaya niyetliydi... Aşkı bulmuştu. İçindeki Syracusa^ya bagiriyordu... Buldum!

Suyun kaldırma kuvveti de neymiş, Aşk onu cennete zıplatabilirdi... Kadının aslında kim olduğunu nerden geldiğini öğrendiğinde, kafasına mermiyi yemiş gibiydi. düşünemiyordu... Asla bir Syracusa' lı Ephesus' luya aşık olamazdı.... Ama oldu..

Asıl yasak olan... İki kentin birbirine aşık olmasıydı...
Asıl aşık olan Syracusa' nın ta kendisiydi.. O adam değildi...
Ve yine sokakta Eureka diye bağıran o adam değildi..
Asıl bağıran yine Syracusa' ydı.. O' na hayran kalansa Ephesus...

■Syracusa sokaklarında koşan arşimet değildi bendim

La Pérle de L'Ionié

Günaydın sana, göç eden adımlarımın sebebi olan kadın günaydın. Kuş sesleriyle bahçemdeki gülleri nasılda uyandırdın.
Ben hariç herşeyi...
Her sabah gün aydığında beni kanter içinde yatağımdan duvara fırlattın. Bana hep sitemkâr, küfürdar bazende hüzünkâr yaklaştın. Hepsine inandım.

Ey! Göçlerime cehhennem sıcağı saheller bırakan kadın... Gözlerinde Euribia' nın ışığı varken beni neden ellerinle ateşe attın! Yüreğinde közlenmiş nefretin tecessümü... Nasılda kıs kıs gülüyor içindeki Hesiodos.
Aiolia'dan Kyme' ye göç eden o değildi bendim! Öldürdün.. Toprağı kırmızılaşmamış bahçelerimde açılmamış bir güldün. Nerede öldüğüm belirsiz. Teogoni! Tanrılar benden sonra doğdu.

Hay! Ayalarımın kaşıntısında gezinen uyuşuk kadın... Ne atar ne kılcal! Damar bırakmadığın bedenimde nasıl da kaldın? Sövmelimiyim sana?
Arkandan tükürmelimiyim? İhanetine aldanıp öldürmelimiyim kendimi?
vayy be!

Ulan "la Pérle de l'Ionié" olsan ne yazar... Sözüm içime, kalemim elime batar! bu hicret yolculuğu seninle benim aramda kalan cehhennem kuyusunda son bulur..!

Yan...
Yan.....
Yaaann....

Sen şimdi derdine, sen simdi batırdığın güneşlere, kardığın ay'lara yan!

::Titiaca::

kaldık masallara konu olan zindanların en karasında,
açtık dikeni bol corak topraklarda gül tadında,
sustuk 'ewwel zaman içinde' ile başlayan hikâyer altında
az kaldı doğacak bizimde üstümüze o güneş.. az kaldı
yorganı kaldır üstünden.. üşümezsin bu cehennem sıcağında..
ben hikayeler anlatırken sana dalma hemen uykuna yatağında
başlıyorum anlatmaya gözlerinin albedosuna aldanıp
"Cesar" olsam ruhuna kanıp ben sayardım "Julien" takvimini.. yaprak yaprak.
üstüme koşup gerileyen o nova aslında senmişsin!
sularında boğulduğum o 'Titiaca' aslında gözlerinmiş
İşte bak Sekoyalar! demiştim oysa saçlarını görünce
sen neymişsin be rüyada serap görmek fikri ilk benden çıkmıştı oysa..

uyanınca anladığım ve ayıldığım
hepitopu bir rüyaymışsın işte o kadar..

söndür mumları, dağılsın ışık öyle git
karanlığa kapat beni, düşünmeden merhametini
ilmiği geçir boynuma, bir tekme at öyle git
malahitten mezarıma koy, teninle ört üzerimi
öyle git
gideceksen!

ne titrek yüzünle bak bana
ne buzmuş tutmuş parmaklarınla dokun
dudaklarıma değmeden kov kendini.
yak şbütün mumları, ışıkları...
ya şimdi git gideceksen..
ya da dur!
sönsün bu ışıklar öyle git.

her diline güvendiğimin peşinden deryalara dalıpta çıktım
her seferinde kendime yeni ütopyalarla kurulu merkezler yarattım
etiyopyalarla çevrili sahellerimde nice aşklarımı ağırladım
hey gözüne güvendiğimin son kibritinden ateş yaktım da ısındım
her başlanıgıcıma güven kattım da ne oldu...
ne oldu...?
şimdi bir elimde suret-i Yahuda, kendi çarmıhımı hazırlıyorum
bir elimde ise malahit sütunu ve yine kendi çukurumu kazıyorum

////