adının geçtiği her lafın iki arasında
ciğerlerim Tahiti bu akşam
iplik iplik yağmurlar altında
ceketim omzumdan düşük
enfarktüs sabahlarına aldanan şafaklarda....
sayıkladım ben seni işte böyle.
Isère' ye benzer gözlerin söyle suların nerden?
sordum mu bunu sana,
sordum mu daha önce?
bak ne kadarda soğuk demirden Eiffel
nefesinle huuh!layıp ısıt yanaklarımı
ne bir öpücük ister, başka ne de bir el...
işte öyle sakladım sana, soğuk alnımı.
gözlerim Le Meridien, gözlerim La Madeleine..
gözbebeklerim yanmaya istekli çıra bu akşam..
nasılda kördüğüm bir efkârsın...
bir bir dökülen
yine de sen
ah!
bir
sen..
bir bilsen!
camlarından buğuları çektiğim soğuk bir şehrim bu akşam
Boğaz köprüsü boyunca koşuyorum kollarında
sözlerin bir ilmik
gerildiğim
sözlerin bir kabir
serildiğim
nefes nefes
...........dağıldım!
beni yar güldürür
sadece yar öldürür
ağaçtan yaprak
kirpikten kan düşürür...
“Bana bir dayanak noktası gösterin dünyayı yerinden oynatayım”
-arşimet-
Ephesus' lu bir kadın... ¹
Ephesus ve Syracusa ticaret yüzünden bir birine iki düşman iki kent... Syracusa sokaklarında ise çırılçıplak dolaşan bir adam..
Syracusa² kaldırımlarını dolaştıran sözlerini söyler: Eureka, Eureka.... ³
Kadın kimliğini gizleyerek dolaşır Syracusa sokaklarında.. hiç bilmediği sokaklarda... Buldum..Buldum..diye bağıran adamı görür.. Keşke Syracusa' lı olsaydım der. Adam da sanki olmayan bir güç var gibiydi. Kadın onun tanrı olabileceğine inanmış gibi bakıyordu. şaşkındı.. Yasaktı aşık olması ama oldu.. Adamsa çok kıymetli biriydi Syracusa için.
Dahiydi.. Adam kadını hiç farketmemişti... Oysa kadının şaşkınlığı, adamın çıplaklığı değildi... cesaretiydi...
Adamı durdurduklarında, aklı o an başına gelmiş gibi af dileyerek üstüne giyecek birşeyler arar.. Birisi ona kahveringi bir pardesü uzatır.. Adam o an fark eder güzelliği.. Artık onun için, sokakta bağırarak koştuğu yani bulduğu şey değersizdi.. Adam tekrar çırılçıplak koşmaya niyetliydi... Aşkı bulmuştu. İçindeki Syracusa^ya bagiriyordu... Buldum!
Suyun kaldırma kuvveti de neymiş, Aşk onu cennete zıplatabilirdi... Kadının aslında kim olduğunu nerden geldiğini öğrendiğinde, kafasına mermiyi yemiş gibiydi. düşünemiyordu... Asla bir Syracusa' lı Ephesus' luya aşık olamazdı.... Ama oldu..
Asıl yasak olan... İki kentin birbirine aşık olmasıydı...
Asıl aşık olan Syracusa' nın ta kendisiydi.. O adam değildi...
Ve yine sokakta Eureka diye bağıran o adam değildi..
Asıl bağıran yine Syracusa' ydı.. O' na hayran kalansa Ephesus...
■Syracusa sokaklarında koşan arşimet değildi bendim
Günaydın sana, göç eden adımlarımın sebebi olan kadın günaydın. Kuş sesleriyle bahçemdeki gülleri nasılda uyandırdın.
Ben hariç herşeyi...
Her sabah gün aydığında beni kanter içinde yatağımdan duvara fırlattın. Bana hep sitemkâr, küfürdar bazende hüzünkâr yaklaştın. Hepsine inandım.
Ey! Göçlerime cehhennem sıcağı saheller bırakan kadın... Gözlerinde Euribia' nın ışığı varken beni neden ellerinle ateşe attın! Yüreğinde közlenmiş nefretin tecessümü... Nasılda kıs kıs gülüyor içindeki Hesiodos.
Aiolia'dan Kyme' ye göç eden o değildi bendim! Öldürdün.. Toprağı kırmızılaşmamış bahçelerimde açılmamış bir güldün. Nerede öldüğüm belirsiz. Teogoni! Tanrılar benden sonra doğdu.
Hay! Ayalarımın kaşıntısında gezinen uyuşuk kadın... Ne atar ne kılcal! Damar bırakmadığın bedenimde nasıl da kaldın? Sövmelimiyim sana?
Arkandan tükürmelimiyim? İhanetine aldanıp öldürmelimiyim kendimi?
vayy be!
Ulan "la Pérle de l'Ionié" olsan ne yazar... Sözüm içime, kalemim elime batar! bu hicret yolculuğu seninle benim aramda kalan cehhennem kuyusunda son bulur..!
Yan...
Yan.....
Yaaann....
Sen şimdi derdine, sen simdi batırdığın güneşlere, kardığın ay'lara yan!
kaldık masallara konu olan zindanların en karasında,
açtık dikeni bol corak topraklarda gül tadında,
sustuk 'ewwel zaman içinde' ile başlayan hikâyer altında
az kaldı doğacak bizimde üstümüze o güneş.. az kaldı
yorganı kaldır üstünden.. üşümezsin bu cehennem sıcağında..
ben hikayeler anlatırken sana dalma hemen uykuna yatağında
başlıyorum anlatmaya gözlerinin albedosuna aldanıp
"Cesar" olsam ruhuna kanıp ben sayardım "Julien" takvimini.. yaprak yaprak.
üstüme koşup gerileyen o nova aslında senmişsin!
sularında boğulduğum o 'Titiaca' aslında gözlerinmiş
İşte bak Sekoyalar! demiştim oysa saçlarını görünce
sen neymişsin be rüyada serap görmek fikri ilk benden çıkmıştı oysa..
uyanınca anladığım ve ayıldığım
hepitopu bir rüyaymışsın işte o kadar..
söndür mumları, dağılsın ışık öyle git
karanlığa kapat beni, düşünmeden merhametini
ilmiği geçir boynuma, bir tekme at öyle git
malahitten mezarıma koy, teninle ört üzerimi
öyle git
gideceksen!
ne titrek yüzünle bak bana
ne buzmuş tutmuş parmaklarınla dokun
dudaklarıma değmeden kov kendini.
yak şbütün mumları, ışıkları...
ya şimdi git gideceksen..
ya da dur!
sönsün bu ışıklar öyle git.
her diline güvendiğimin peşinden deryalara dalıpta çıktım
her seferinde kendime yeni ütopyalarla kurulu merkezler yarattım
etiyopyalarla çevrili sahellerimde nice aşklarımı ağırladım
hey gözüne güvendiğimin son kibritinden ateş yaktım da ısındım
her başlanıgıcıma güven kattım da ne oldu...
ne oldu...?
şimdi bir elimde suret-i Yahuda, kendi çarmıhımı hazırlıyorum
bir elimde ise malahit sütunu ve yine kendi çukurumu kazıyorum