rss
twitter

27 Nisan 2009 Pazartesi

İÇ ÇEKİŞİN YANSIMASI OLUR AŞK

Giden gemilerin ardından, küçük bir kayıkla peşine düştüğüm gibi, onun gibi bir özlem yerleşmiş gözlerime; gözlerimde nergis kokusu, nergisin kokusunda ise araf sancısı.

Yağmurların ıslatmaya kıyamadığı saçların değiyor aklıma, ellerine krizantemler değmiş bahar sonraları biriktiriyorum. Evimin yolunu bulmak istemediğim hallerdeyim. Usulca bırakıyorum kendimi göğüslerine, beni piçliğe vurulmuş sevdalardan koru... Bakışların okşuyor avuçlarımı, usülsüz bir militan korkusu yerleşiyor içime bense kaçıyorum...

"Ben öldükten sonra yağsın yağmur hadi bana güneşi getir" diyorum dudağından dökülen şarkılara susarak
Habire gemiler yanaşıyor yamacıma ama ben, binip gittiğin gemiyi özlüyorum...

Bugün günlerden yüzün biliyorum. Yeşile dönen gözlerini anımsıyorum, yapraklar ve çimenler nasılda benziyor eteğindeki heyecana. Anımsadıkça seni, gözlerin gibi, selamın gibi, bana nasılsın dediğin gibi ya da oturup pencere kenarına ikimize demli çay koyman gibi..öyle özlüyorum ikimizi!

22 Nisan 2009 Çarşamba

Uzat Avuçlarını Yarana Sevdamı Süreyim



Sonu başından belli olan bir ilişki
ve avuçlarındaki kanı içen akşamlar
öyle mayhoş öyle esrik bu dünyanın eşiği
diline mühür vurduğum..
ah Zûleyha...
gülmeyen gözlerin hep mi mahcup...

* -dileklerimi sen tutarmısın?
-korkuyorum, benim hiç bir dileğim tutmaz..

bileklerine hediye verdiğim sevdalarım var benim..
gitarımı sesinle seviştirdiğim gecelerde, öykülerim var benim..
gamzende titreyen kuşların biriktiği..

yokluğunda gaz lambalarına muhtaç gecelerim...
hırkasız düşlerim ve üşüyen duvarlarım...
ki Yusuf..
gömleğine adını işlediğim...
uzat avuçlarını..
uzat bana doğru.. yarana sevdamı süreyim..!

* -bileklerimi sana doğru uzatsam.. keser misin?
-korkuyorum, hiç bir intiharım yerini bulmaz...

yolcu ise yarasıdır, piç edilmiş ömrün ...!

hüzün düştü soframın çorba kaşığına
ayrılıksa dediğin bayağı bir hüzün işte...
bağdaş kurup salıncaklarda salladım..

yolcu ise yarasıdır piç edilmiş ömrün ...!

yağmurun taarruzunda kirlenir toprak
"gerilmiş bir okun gözlerime nişan alması gibi..."
toprak susadıkça yağmur susar! /..sessizdir..

ah..yolcu...
keşke ben ölseydim
zindan da kuyular var
masalında bir çocuk...
yeşil gözlerini sana dikmiş...
aynı benim gibi..
aynı benim gibi aşkını arayan...
kendini masalında..

"The wrong lies, on the wrong vibes
The wrong questions with the wrong replies"

deniz aşırı yolculuklarda unutulur adımlarım
benim bu küfrüm, zamanın hiçliğinedir..
kaldırım taşlarında uyuyor çocukluğum..
kayıkların içinde geçmiş yoksulluğum..

yağmurun taarruzunda kirlenir toprak
"gerilmiş bir okun gözlerime nişan alması gibi..."
toprak susadıkça yağmur susar! /..sessizdir..

kılcalımdan atarıma üç saatte gidiliyor bu günlerde

Saklamazmısın heybende, kara toprak? derim,
yatacağım yer pek;
imdâdı O' ndan beklerim,
heyhât, yüksek.
Kovuldum kendi kendimden, zaman hırsız, mekân ıssız;
Ne katliamlarda bir yoldaş, ne zulmetlerde bir arkadaş
Cihet kalmadı, Sermedî sedleri var önünde yeldânın;
Düşer, hicrâna, kalkar, se'se değer serserî alnın!

Bu vîran-ı mihrab, yıllardır, su ' dan dûr, şiir 'den dûr;
Allah aşkına, yokmuydu hiç bir ferdâya benzer nûr?

Öyle işte;
benimse günlerim dağınık, çarşamba bildiğim cuma çıkıyor nedense,
bugünse perşembeymiş... ne illetmiş!
bu yılgın atmosfer sana bana cümle cihana yetmiş...
saatlerimiz ters, gecemiz gündüzümüz ters.. biz düz olsak ne yazar...

Böyle işte;
kalabalık var yine damarlarımda... tıkanık..
kılcalımdan atarıma üç saatte gidiliyor bu günlerde...
körpüden önce son çıkış!

* okuyupta anlayanlar ;
onlar ne güzel insanlardır..!

yarım kalmış arpejleri sızlıyor ellerimin...

Gözlerine tütün sarmalamış delikanlıydım o zamanlar
marifetti benim için, elinde tuttuğu sigara olmak..
anımsamaz mı güneş bile, saçları Ümit Yaşar şiirleri gibiydi
yazları uğrardı hep,
Nina' nın Meyhanesi' ne benzetirdim gözlerini
miyop gözleri kısık, anca o kadarını seçebildim.
ceplerinde çakmağı ararken, meğer körmüş...

Nina öleli zaten kırkbeş yıl geçmişti, gözleri nasıl görsün...

O' na Cennet Bahçeleri' nin hikayesini anlatmak isterdim,
pencereden baktığı zamanlar...
sesimi kemirirdi hep..
dönüp yüzümü Kâbe ye...
Lâ havle deyip ağlardım.. her vakit.

yarım kalmış arpejleri sızlıyor ellerimin...
gitarımın beş para etmez kalitesine hayıflanmıyorum..
kopmaya yemin etmiş telleri bile umurumda olmuyor..
varsın kopsun ihanet giymiş kıyamet..

Yazık oldu Mecnun' a
Leyla kimin umrunda...

unutulacak bu yazılanlar...
ne gitarımın telleri ne de gözlerim akla gelecek
bir sonraki yazları beklemeyeceğim...
adım gibi biliyorum... aklıma gelmeyecek.
bir Leylâ kalacak hatırda..
ve Ümit Yaşar şiirleri gibi saçları...

Sirkülasyon (±)

gönderilen ilk ayete inanmayan kavimler gibi...

ya herşey bildiklerimizin dışında gerçekleşmiş olsaydı...
ve biz, hep yanlışa inanmış olsaydık ne olurdu?

diyelim ki ;

serçelerle sevişiyor sapanlar gece vakti..gibi gibi..
deprem olmamış kaldırımlarda,ewren içine çökmemiş
İsayı çarmıha vurmamışlar Yahuda pişmanlıktan habersiz
Asturias' ın çıkışını vermek için yağmış o gece yağmur
kelebeklerin ömrüne bitme telaşı düşmemiş...

güzel olur muydu?

diyelim ki ;

Ahmet Usta hasretinden prangaları işlemiş İncesu'da
Nazım öylesine gitmiş Moskova' ya... Sürülmemiş.
Neruda ağzında piposuyla siyasete hiç girmemiş...
aksine söylenmemiş protest şarkılar... "bir veda havası" hiç olmamış...

olabilir miydi?

peki o zaman ;

Edip Cansever, Mendilimde kan sesleri derken Attila İlhan ölmemiş
jilet yiyen kız hiç olmamış satır aralarında.. Aysel hiç doğmamış...
hatta benim şiirim ulan bu dediğim 3. şahıs ben olmamışım.
failün failatün faül... hiç söylenmemiş nedense...

olabilir miydi?

şimdi her şeyi boşversem..,
kendi bildiklerimi çürütsem..
desem ki ben,
aslında hiç can olmadım sele...
ve hiç gelmedim ben İstanbul' a... İki kere hiç gelmedim..
hiç yürümedim Pange Altı' nda...
balık ekmek yemedim hiç Eminönünde..
yüreğimin şenliği, yalnızlıktan küf tutmuş avluma ışık veriyorken...

"martı balığa aşık olmadan...
balık suda yüzdüğüne inanabilirmiydi?"

sırat-î sûkut

sen cennet
ben cehennem...
ellerimiz sırat-î sûkut
ve,
sonumuz kıyamet..
ezanlar şâhadet
gözlerin de
belli belirsiz hıyanet...
sana bakınca,
dinden çıkası geliyor adamın...

ağlarsam eğer,
gözyaşlarım kaldırımlara düşerse ...
şehir; yer yarılır yerin dibine girer!
ve ben güne inat
göz kapaklarımda kıyametlerimle,
elim sende oyunlarından uyanırken her sabah
bu düzen, bu evren içine çöker!

tutsam ya;
yalnızlıktan pas tutmuş ellerinden..
dokununca uyuşturan...
hani arkamdan el sallayan gidişime...
işte o ellerine...
dokunsam..
tutsam..

gözlerime arpej sürse kuşlar
dudaklarıma ballar dökse arılar..
ellerim ellerindeyken...
sırtıma tıslar bıraksa yılanlar
yalancı bakışlarıyla...
beni kendimden alsalar..
yuhlayıp arkamdan yollasalar..
kendi kentimden...

ve yürüyemediğim coğrafyada kalır Pera kaldırımları..

Şimdi gidersen eğer;
adım kimsesize,
sokaklarım yalnızlığa çıkar
mektupların ulaşmazsa elime,
bu şehir tüm suçlarını
üzerime yıkar...

Şimdi gidersen eğer;
bahçemdeki zambaklara su vermez Nazım usta..
sokakta kavgalar durmaz...
eğer gidersen,
hiç bir şehir öldürmez insanı
bu şehir kadar...

sen şimdi gidersen..
durmaz yarabandıyla açtığın yaralar..
yalnızlığa sarılır yatar, endülüs akşamları..
ve yürüyemediğim coğrafya da kalır Pera kaldırımları..
yalnızlık fotoğrafları süsler şehrin duvarlarını..
üstüme kalır tüm faali mechul cinayetleri..
ben sensiz kalırım ama,
yalnız kırılırım..

üzüm şarabını tanımaz...
kutusu yakmaz kendi kibrit çöpünü,
yâr bildiğin hâr olmaz..
ewren karışır,
cehennemde odun...
cennette fenerler yanmaz.

şimdi
gideceksin ya;
tüm bildiklerim tersine çıkacak
düz dediğim yol engebeli,
coğrafyam darmadağan olacak..
tüm fiziki haritalarimda kuyular kazılacak...
şimdi gidersen...
bunların hepsi olacak...

benim iki noktalarımdan sonra..
tüm varsayımlarından, abartılarımdan sonra..
bunların hiç birisi olmayacak dedikten sonra..
Gittin..!

<> Le Meridien & La Madeleine <>

adının geçtiği her lafın iki arasında
ciğerlerim Tahiti bu akşam
iplik iplik yağmurlar altında
ceketim omzumdan düşük
enfarktüs sabahlarına aldanan şafaklarda....
sayıkladım ben seni işte böyle.

Isère' ye benzer gözlerin söyle suların nerden?
sordum mu bunu sana,
sordum mu daha önce?

bak ne kadarda soğuk demirden Eiffel
nefesinle huuh!layıp ısıt yanaklarımı
ne bir öpücük ister, başka ne de bir el...
işte öyle sakladım sana, soğuk alnımı.

gözlerim Le Meridien, gözlerim La Madeleine..
gözbebeklerim yanmaya istekli çıra bu akşam..
nasılda kördüğüm bir efkârsın...
bir bir dökülen
yine de sen
ah!
bir
sen..
bir bilsen!

camlarından buğuları çektiğim soğuk bir şehrim bu akşam
Boğaz köprüsü boyunca koşuyorum kollarında
sözlerin bir ilmik
gerildiğim
sözlerin bir kabir
serildiğim
nefes nefes
...........dağıldım!

beni yar güldürür
sadece yar öldürür
ağaçtan yaprak
kirpikten kan düşürür...

.........Pane è Galeti........

...dediler
buranın adına...

-Nasıl olur? /demeye kalmadan..

Kılcalından atarına uzanan
yarım dakikalık damar yolunun
En kestirme hali
Pane e Galeti.

Freud olsa yediremezdi bunu bana.
Bu bana bilincimin vurgunu
Adını bile koyamadığım şehrin oyunu..
Belki ordan.....
...........belki burdan..
Bulurdum nasıl olsa yolumu!!!

Nereye sapsam hep bir çıkmaz sokak!

Ellerini kelepçeleyip
Dilini sürgüleyip
Yüreğini zincirleyip
Göz altlarında tuttukları
Musibet yerin adı
.................Pane e Galeti......

Cadde-i Kebir' de olmak vardı şimdi
Kalabalığın içinden taarruza geçmek vardı..
Durup iki dakka soluklanmak vardı..
Agop dayının yanında hatunlara dalmak vardı..

Ama olmadı...
...olmadı!

Ne yöne baksam,
ya umutsuzluk,
................ya mutsuzluk!
hüzün çöker omuzlarıma..

"yaşamıyorsun aslında bir ölüsün
gerçekleri gördüğünü sanan körsün
hiç uyanmayacak olman ne kötü
sen Yezidiler ateşinde yanan közsün!

Gözümün önünde Haditha!
Avuçlarımda Titiaca..

Yerle bir ederim ben bu şehri..
Anam avradım olsun siler geçerim!!!

Güneş birden çekilir
Borçludur çünkü geceye
Hüküm yağmura verilir
ve Pangaltı dillenir!
/ -DEVİREMEZSİN!!!- /
Sen bu şehri titretemezsin....
.....
Bir depremlik koca bir şehir işte...
Altıüstü bir nefeslik...!

Önüne şimşekler serpilir
Mahkumdur artık ölmeye
İki büklüm serhâda çevrilir..
Bu şehir işte böyle devrilir...

Syracusa ::: Eureka, Eureka....

“Bana bir dayanak noktası gösterin dünyayı yerinden oynatayım”
-arşimet-

Ephesus' lu bir kadın... ¹
Ephesus ve Syracusa ticaret yüzünden bir birine iki düşman iki kent... Syracusa sokaklarında ise çırılçıplak dolaşan bir adam..
Syracusa² kaldırımlarını dolaştıran sözlerini söyler: Eureka, Eureka.... ³
Kadın kimliğini gizleyerek dolaşır Syracusa sokaklarında.. hiç bilmediği sokaklarda... Buldum..Buldum..diye bağıran adamı görür.. Keşke Syracusa' lı olsaydım der. Adam da sanki olmayan bir güç var gibiydi. Kadın onun tanrı olabileceğine inanmış gibi bakıyordu. şaşkındı.. Yasaktı aşık olması ama oldu.. Adamsa çok kıymetli biriydi Syracusa için.
Dahiydi.. Adam kadını hiç farketmemişti... Oysa kadının şaşkınlığı, adamın çıplaklığı değildi... cesaretiydi...

Adamı durdurduklarında, aklı o an başına gelmiş gibi af dileyerek üstüne giyecek birşeyler arar.. Birisi ona kahveringi bir pardesü uzatır.. Adam o an fark eder güzelliği.. Artık onun için, sokakta bağırarak koştuğu yani bulduğu şey değersizdi.. Adam tekrar çırılçıplak koşmaya niyetliydi... Aşkı bulmuştu. İçindeki Syracusa^ya bagiriyordu... Buldum!

Suyun kaldırma kuvveti de neymiş, Aşk onu cennete zıplatabilirdi... Kadının aslında kim olduğunu nerden geldiğini öğrendiğinde, kafasına mermiyi yemiş gibiydi. düşünemiyordu... Asla bir Syracusa' lı Ephesus' luya aşık olamazdı.... Ama oldu..

Asıl yasak olan... İki kentin birbirine aşık olmasıydı...
Asıl aşık olan Syracusa' nın ta kendisiydi.. O adam değildi...
Ve yine sokakta Eureka diye bağıran o adam değildi..
Asıl bağıran yine Syracusa' ydı.. O' na hayran kalansa Ephesus...

■Syracusa sokaklarında koşan arşimet değildi bendim

La Pérle de L'Ionié

Günaydın sana, göç eden adımlarımın sebebi olan kadın günaydın. Kuş sesleriyle bahçemdeki gülleri nasılda uyandırdın.
Ben hariç herşeyi...
Her sabah gün aydığında beni kanter içinde yatağımdan duvara fırlattın. Bana hep sitemkâr, küfürdar bazende hüzünkâr yaklaştın. Hepsine inandım.

Ey! Göçlerime cehhennem sıcağı saheller bırakan kadın... Gözlerinde Euribia' nın ışığı varken beni neden ellerinle ateşe attın! Yüreğinde közlenmiş nefretin tecessümü... Nasılda kıs kıs gülüyor içindeki Hesiodos.
Aiolia'dan Kyme' ye göç eden o değildi bendim! Öldürdün.. Toprağı kırmızılaşmamış bahçelerimde açılmamış bir güldün. Nerede öldüğüm belirsiz. Teogoni! Tanrılar benden sonra doğdu.

Hay! Ayalarımın kaşıntısında gezinen uyuşuk kadın... Ne atar ne kılcal! Damar bırakmadığın bedenimde nasıl da kaldın? Sövmelimiyim sana?
Arkandan tükürmelimiyim? İhanetine aldanıp öldürmelimiyim kendimi?
vayy be!

Ulan "la Pérle de l'Ionié" olsan ne yazar... Sözüm içime, kalemim elime batar! bu hicret yolculuğu seninle benim aramda kalan cehhennem kuyusunda son bulur..!

Yan...
Yan.....
Yaaann....

Sen şimdi derdine, sen simdi batırdığın güneşlere, kardığın ay'lara yan!

::Titiaca::

kaldık masallara konu olan zindanların en karasında,
açtık dikeni bol corak topraklarda gül tadında,
sustuk 'ewwel zaman içinde' ile başlayan hikâyer altında
az kaldı doğacak bizimde üstümüze o güneş.. az kaldı
yorganı kaldır üstünden.. üşümezsin bu cehennem sıcağında..
ben hikayeler anlatırken sana dalma hemen uykuna yatağında
başlıyorum anlatmaya gözlerinin albedosuna aldanıp
"Cesar" olsam ruhuna kanıp ben sayardım "Julien" takvimini.. yaprak yaprak.
üstüme koşup gerileyen o nova aslında senmişsin!
sularında boğulduğum o 'Titiaca' aslında gözlerinmiş
İşte bak Sekoyalar! demiştim oysa saçlarını görünce
sen neymişsin be rüyada serap görmek fikri ilk benden çıkmıştı oysa..

uyanınca anladığım ve ayıldığım
hepitopu bir rüyaymışsın işte o kadar..

söndür mumları, dağılsın ışık öyle git
karanlığa kapat beni, düşünmeden merhametini
ilmiği geçir boynuma, bir tekme at öyle git
malahitten mezarıma koy, teninle ört üzerimi
öyle git
gideceksen!

ne titrek yüzünle bak bana
ne buzmuş tutmuş parmaklarınla dokun
dudaklarıma değmeden kov kendini.
yak şbütün mumları, ışıkları...
ya şimdi git gideceksen..
ya da dur!
sönsün bu ışıklar öyle git.

her diline güvendiğimin peşinden deryalara dalıpta çıktım
her seferinde kendime yeni ütopyalarla kurulu merkezler yarattım
etiyopyalarla çevrili sahellerimde nice aşklarımı ağırladım
hey gözüne güvendiğimin son kibritinden ateş yaktım da ısındım
her başlanıgıcıma güven kattım da ne oldu...
ne oldu...?
şimdi bir elimde suret-i Yahuda, kendi çarmıhımı hazırlıyorum
bir elimde ise malahit sütunu ve yine kendi çukurumu kazıyorum

////